7 Eylül 2010 Salı

Japonya rüyası

Blogumun ilk kaydını bu yıl Temmuz ayında gerçekleştirdiğimiz Japonya gezimize ayırıyorum. Aslında uzun süredir aklımda olan blog fikrini hayata geçirmeme vesile olan, çok hoş anılarla dolu olan bu gezi oldu. 

Detaylarına girmeden önce bazı genel bilgiler vermek istiyorum. Hep gitmek istediğim ve merak ettiğim Japonya ziyareti için ilk olarak düşüncemiz İstanbul'da başlayıp biten ve tüm ayarlamaları şirketin yaptığı bir turdu. Ama araştırdıktan sonra istediğimiz gibi bir tur bulamadık. Turların çoğu Kore aktarmalı, bizim planımızdan daha uzun süreli yani bize hem zaman, hem para kaybettirecek organizasyonlardı. Böyle olunca dil açısından zorluk çekeceğimizden endişe duysak da 1 haftalık Japonya gezimizi kendimiz planladık. Uçak biletlerimizi tercih ettiğimiz gibi Türk Hava Yolları'ndan Tokyo gidiş, Osaka dönüş olarak aldık. Otel rezervasyonlarımızı 3 gece Tokyo, 2 gece Kyoto olarak ayarladık. Şehir turları için İstanbul'daki bir acente aracılığıyla Tokyo ve Kyoto, internet üzerinden Fuji günlük turları satın aldık. Bunun haricinde tüm günlük planlarımızı çıkarıp nereden nereye hangi araçla, hangi yoldan, ne kadar fiyatla gidebileceğimizi alternatifleriyle not aldık. Gezimiz başladığında elimizde yaklaşık 1 haftada oluşturduğum 5-6 sayfalık bir tur programı vardı. Ve gezimizin tüm adımlarında bu notların çok çok faydası oldu. Korktuğumuz gibi bir kaybolma vakası yaşamadan İstanbul'a dönebildik:-)

Gezimiz,  16 Temmuz Cuma akşamı 18:30'da İstanbul Atatürk Havalimanından havalanan Türk Hava Yolları'nın İstanbul-Tokyo (Narita) uçağında başladı. 11 saatlik uçak yolculuğumuzdan sonra, 17 Temmuz Cumartesi öğle saatlerinde Tokyo Narita havaalanındaydık. Tokyo'daki müthiş tren ağını kullanarak şehrin merkezindeki otelimiz Hotel Villa Fontaine Nihonbashi'ye vardık. Otel odamız küçük fakat temizdi. Biraz yorgunluk attıktan sonra Tokyo'nun meşhur alışveriş merkezlerinin bulunduğu Ginza'ya doğru yola koyulduk.


Ginza, çok da Japonya'ya has bir cadde değil. Daha çok Avrupai ürünlere ve lüks markalara rastlayabileceğiniz, ender olarak da aşağıdaki gibi Japonya ile özdeşleşmiş ürünlerin görülebileceği bir mekan.


2. günümüzde İstanbul'daki bir acente aracılığıyla ayarladığımız Tokyo panoramik turuna katıldık. Bizi, birer metro duraklık iki aktarma ile ulaştığımız Tokyo istasyonundan alan tur otobüsümüz öncelikle Meiji Şinto tapınağına götürdü.

Meiji Shinto Shrine

Şintoizm, Japonya'daki iki ana dinden biri. Diğeri de daha çok bilinen Budizm. Japonlar genel olarak bu iki dine birden mensup oluyorlarmış; rehberimizin anlattığına göre mutlu olaylar Şintoizm kurallarına göre kutlanıyor, üzücü olayları anarken Budizm kuralları dikkate alınıyormış. Birine bizim de rastladığımız düğünler Şinto tapınaklarında (Shrine) yapılırken, cenaze törenleri Budizm tapınaklarında (Temple) gerçekleşiyormuş. 

Bir sonraki durağımız İmparator Sarayı'nın bahçesiydi. İmparator ve ailesinin yaşadığı saray ve sarayın iç bahçesi, yılın sadece iki günü halka açık. Tabi biz bunlardan birini yakalayamadık. Oldukça geniş bir alana yayılan bahçenin dış kısmını gezme imkanı bulduk.
Imperial Palace Garden
Öğle yemeğinden önceki son durağımız bir Budist tapınağıydı. Asakusa Budist Tapınağı, yakınındaki geleneksel Japon ürünlerinin de satıldığı alışveriş mekanıyla Tokyo'nun en çok turist çeken mekanlarından. Burada hem bir Budist tapınağını gezme fırsatı buluyor, hem de yiyecek, giyecek, aksesuar gibi birçok ürün satın alabiliyorsunuz.
Asakusa
Öğle yemeğimizi Tokyo Limanı'na yakın bir otelin en üst katında bulunan restoranında yedik. Genel olarak yurt dışındaki menülerde tercih etmediğimiz yiyeceklerle karşılaşmak istemediğimizden vejeteryan menü seçimimiz gayet iyiydi. Restoranın manzarası da gayet hoştu.

Yemek sonrası Symphony gezi gemisiyle Tokyo limanında düzenlenen tura katıldık. Daha sonra da yapay bir ada olan Odaiba'ya geçtik. Japonya'da arazi kısıtı yüzünden yapay adalar oluşturup üzerinde yerleşim birimleri oluşturmak çok yaygın. Tokyo'nun merkezi ile adayı, özellikle geceleri ışıklandırılınca görülmeye değer Rainbow Bridge birbirine bağlıyor. 
Rainbow Bridge
Bu yapay adadaki serbest zamanımızdan sonra günlük turumuz sona erdi. Turumuzun organizasyonu, yemek tercihi ve rehberi oldukça başarılıydı. Rehberimiz Mina-san, Japon ortalamasına göre gayet iyi İngilizce konuşuyordu ve çok şirin bir insandı. 
 
Akşam üzeri sona eren turumuzdan sonra saatlerimizi değerlendirmek için gitmek istediğimiz mekanlardan olan (aslında Dindar'ın aklındaki tek yer:-)) Akihabara'ya doğru yola koyulduk. Akihabara Electric Town, tüm bir mahalleye yayılmış elektronik eşya, video ve oyun mağazalarıyla dolu.

3. günümüzde yine erkenden Mt.Fuji-Hakone turumuzla buluşacağımız otele gittik. Bizim kaldığımız otel nispeten küçük bir otel olduğu için günlük turların "pick-up" oteller olarak belirlediği otellerden biri değildi, ama oldukça merkezi bir yerde olmasından dolayı 5 dakikalık yürüyüşle bu otellerden birine varabildik. Bu turumuzu internetten, herhangibir ön ödeme yapmadan ayarlamıştık. Bu yüzden endişelerim vardı. Fakat tam belirtilen zamanda rehberimiz bizi otelden almaya geldi ve taksiyle turun başlayacağı otele götürdü. Ve  o günümüz de çok güzel geçti. 
Turumuz, meşhur Fuji Dağı'nın 2400 metre yüksekliğindeki bir merkezde başlıyordu. Yol boyunca rehberimiz dağın yerini bize işaret etse de çevresindeki bulutlar yüzünden görme ve fotoğraflama fırsatımız olmadı.

Mt.Fuji
Günümüzün geri kalanı Hakone çevresinde geçti. Daha çok sıcak su kaynakları ve doğasıyla turistlerin ilgisini çeken mekanda, teleferikle gerçekleşen kısa yolculuk Fuji Dağı'nı ve Ashi Gölü'nü uzaktan görme imkanı veriyor. Sisli hava bizi Fuji'yi bu noktadan da görmekten alıkoydu. Teleferikle geldiğimiz son noktadaki sıcak su kaynağına yoğun kükürt kokusu sebebiyle pek yaklaşamadık ama sanırım çok şifalı ki insanlar yoğun kokuya ve dumana rağmen yakınına kadar gidip faydalanmaya çalışıyorlardı. Ayrıca turistik bir gezi gemisi, gölde tur atarak çevredeki doğa güzelliklerini ve şinto tapınaklarını görmemizi sağladı. 


Tokyo'ya 1 saatlik mesafedeki Hakone'den dönüş yolculuğumuzda da farklı bir deneyim yaşama imkanı bulduk. Hakone-Tokyo yolunu, Japonlar'ın ulaşımdaki son teknolojileri Shinkansen'le katettik. Saatte 300 km'ye varan hızlara ulaşabilen bu trenler neredeyse tüm Japonya'yı bir ucundan diğer ucuna birbirine bağlamış durumda. Otobüslerin açık trafikte 8-9 saatte aldığı yolu bu konforlu trenlerle 2-3 saatte almak müthiş keyifli ve zaman kazandırıcı bir seyahat. 

Tokyo'daki son günümüzün sabahında otelimizden ayrılarak Tokyo istasyonuna gittik ve Kyoto'ya gitmek üzere Shinkansen biletlerimizi aldıktan yarım saat sonra yola koyulduk. Bu kez 2.5 saatlik bir shinkansen tecrübesinden sonra Kyoto istasyonundaydık. Buradan 15 dakikada bir kalkan otelimize ait otobüsümüze binerek, istasyona 5 dakika mesafedeki Rihga Royal Oteli'ne geldik. Bu otel, Tokyo'dakine göre daha geniş, imkanları daha fazlaydı. Tabi biz yine otelde fazla vakit geçirmeden kendimizi Kyoto caddelerine attık. Sıcak ve nemli hava, gezip görme isteğimize pek engel olamadı.
Yeri gelmişken belirteyim, Temmuz ve Ağustos ayları Japonya'da en sıcak ve en nemli aylar. Kapalı mekanların hepsinde klima olmasına rağmen dışarıda, özellikle güneş altında geçireceğiniz birkaç dakika terden sırılsıklam olmanıza yetiyor. İnsanlar sürekli şemsiye, yelpaze, terlerini sildikleri mendillerle dolaşıyor. Bize bu zaman uygun olduğu için tercih ettik ama mümkünse kiraz çiçeklerinin de açtığı Nisan-Mayıs ayları Japonya'yı ziyaret için en ideal zaman.
Kyoto'daki yarım günümüzü birçok tapınakları barındıran Filozof Yolu'nda değerlendirmeyi tercih ettik. Dediğim gibi sıcak hava tüm tapınakları gezmemize engel oldu ama yine de yolun ana güzergahını tamamlayabildik. Daha sonra otobüsle otelimize döndük.
Philosopher's path
Kyoto'daki 2. günümüzde Kyoto-Nara günlük turuna katıldık. Bu kez bizi otelimizden alan tur otobüsü, ilk olarak askeri yönetici konumundaki şogunun yaşadığı Nijo Castle'a götürdü. Daha sonra Golden Pavillion da denilen Kinkakuji Tapınağı'na gittik. Oldukça geniş yeşil bir alan ortasındaki bu tapınağın üst kısmı altın kaplama.
Golden Pavillion
Eskiden imparatorun eski imparatorluk başkenti olan Kyoto'da yaşadığı Imperial Palace, bir sonraki durağımızdı. Tokyo'daki gibi oldukça geniş bir alana yayılan saray, hala oldukça sıkı bir şekilde korunuyordu. Girişte kimlik bilgilemizin yer aldığı bir form doldurmamız gerekti, rehberimizin söylediğine göre Japon vatandaşlarının ziyareti için daha fazla prosedür gerekiyormuş.
Öğle yemeğimizi Kyoto El Sanatları Merkezi'nde yiyip burada alışveriş yapma imkanı bulduk. Samuray kılıcından, kimonolara, origami kağıdından Japon aksesuarlarına kadar farklı ürünler satılmakta bu merkezde.
Öğleden sonraki turumuz için otobüsümüzü değiştirip Kyoto'ya bir saat mesafedeki Nara'ya doğru yola koyulduk. Burada geyikler kutsal sayıldığından sokaklarda, parklarda birçok geyik görebiliyorsunuz. Artık onlar da insanlarla içiçe yaşamaya alıştıklarından hiç yabancılık çekmiyorlar. İnsanlara gayet yakın duruyor, ellerinden yiyecek yiyorlar. Nara'da geyiklerle dolu bir parkın içinden geçip dünyanın en büyük ahşap yapısı olan ve içinde kocaman bir Buda heykeli barındıran Todaiji Tapınağı'na gittik. Nara'daki bir sonraki ziyaret ettiğimiz yer de Kasuga Şinto Tapınağı'ydı.

Japonya'daki son günümüzde Kyoto'daki otelimizden ayrılıp trenle Osaka'ya gittik. Burada şehrin ortasında geçen Okawa nehrinde bir tur gemisi olan Aqualiner ile bir tur yapıp şehri panoramik olarak görmüş olduk. Osaka anlatılanlara göre tarihi yönünden ziyade ticaret merkezi olarak öne çıkmış bir şehir.
Kısa Osaka ziyeretimizden sonra Kyoto'ya dönüp bizi Kansai Havaalanına götürecek olan otobüsümüze binerek yola koyulduk. Yapay bir ada üzerine kurulmuş, Tokyo'daki havaalanına göre daha küçük bu havaalanından İstanbul'a dönmek üzere Türk Hava Yolları'na ait 22:30 uçağına binerek bu güzel ülkeyi geride bıraktık.