29 Kasım 2010 Pazartesi

Akvaryumumuz

Yaklaşık 1.5 senedir bakmaya çalıştığımız bitki akvaryumumuz hakkında yazmak istiyorum bu kez de.
Bir arkadaşımızdan görüp özendiğimiz ve evimizdeki ilk günden itibaren hayallerini kurduğumuz akvaryumumuza 2009 yazında kavuştuk. İlk başlarda yosun, salyangoz gibi problemler yaşasak da sorunlara çareler bularak daha bir zevk almaya başladık.
 

Şu anda her sabah yemleme ve 1-2 haftada bir su değiştirme dışında kendi kendine yeter durumda. Akvaryum canlılarımızın sevimlilikleri ve salonumuzu renklendirmesi bu kadarcık bakımı, ilgiyi fazlasıyla karşılıyor.



Bitki akvaryumumuzda şu anda 3 çeşit bitki var. Ön ortada akvaryumu boydan boya kaplayan ve pembe renkleriyle çok hoş görünen bitki favorimiz. Ön yanlarda daha uzun boylu yavaş yavaş tüm akvaryuma yayılan bitki de güzel görünüyor, arka yanlarda ise upuzun boyunu düzenli aralıklarla kısaltmamız gereken kırmızı renkli güllerimiz var. Bitkilerin Türkçe isimlerini ben de tam bilmiyorum, Latince isimleri için akvaryum.com'u tavsiye ederim. Tüm akvaryum canlıları hakkında bilgiyi bulabilirsiniz burada. Özellikle ilk başladığmız zamanlarda sık sık danıştığımız adresti.




Bitkilerimiz dışındaki canlılarımıza gelince, 20-30 canlı var sanırım şu anda. Sayıları zaman zaman değişiyor yeni gelenler ve maalesef hayatını kaybedenlerle. Bazen hastalık, bazen akvaryum dışına kaçmalar. Daha önce karideslerimizden birini gece yarısı holümüzün ortasında canlı olarak bulup akvaryuma geri atarak yaşamasını sağlamıştık, ama geçen bayram dönüşü zıplayan neon tetramızı kurumuş halde bulduk akvaryumun yanında. Bir keresinde de camlara yapışarak dolaşan salyangozlardan biri hızını alamayıp akvaryumun dış camına çıkmıştı, neyse ki su dışında da bir süre hayatını devam ettirme özelliğiyle bu macera hayatına mal olmamıştı.

Akvaryumumuza en son eklenen balıklar 3 melek balığı. Daha önce gördüğüm ve beğendiğim meleklerin hassas balıklar olduğunu düşünerek akvaryuma eklemeye cesaret edememiştim ama akvaryumcuya gittiğimiz birgün dayanamayıp 3 tane birden aldık, çok da iyi yapmışız çünkü sandığım gibi zor canlılar değilmiş. Ayrıca çok eğlenceliler. Akvaryum çevresine yaklaşan biri oldu mu kesinlikle kaçırmıyorlar, hemen yakınınıza gelip meraklı gözlerle sizi izliyorlar. Hele de yem vereceğinizi anladıklarında hızlı hızlı hareket ederek sabırsızlıklarını gösteriyor bu boğazına düşkün canlılar.

melekler
Özellikle bitki akvaryumuna çok yakışan bir diğer türümüz de neon tetra. Bordo-mavi renkleriyle, sürü halinde bitkilerin arasında keyif süren bu canlılar oldukça sakinler. Minik boyutlarıyla çok dayanıklı değiller, ama 15'lik bir grup halinde aldıklarımız kayıplar verse de fena performans göstermediler.

neon tetra sürüsü
Görünümleri ve şirinlikleri ile akvaryuma renk katan canlıların yanı sıra akvaryumda birçok görev balığı var. İlk canlılarımız çöpçüler, sürekli kumu eşeleyip birşeyler arıyorlar ve yem fazlalıklarını temizliyorlar.
komando çöpçü
Yosun problemimizi çözmemizi sağlayan SAE'ler gerçekten de müthiş birer yosun yiyici. Biraz büyüdüklerinde yeme alışıp yosunları bırakıyorlar ama yine de akvaryumun yosun kaplanmasını engelleyen canlılar bunlar.
bitki yapraklarının arasında SAE
Akvaryumda balık haricinde de canlılar var. Bunlardan biri karideslerimiz. Akvaryumun her bir noktasında dolaşıp bulduklarını bacaklarıyla eşeleyen bu canlılar, akvaryumdaki fazlalıkları temizlemede oldukça başarılılar.
Amano karides
Bunlardan başka parazit salyangoz yiyici Makrakanta, güzel görünümlü Colisa, canlı doğuran Velifera, yosun temizleyiciler Nerit salyangozu ve Vatoz akvaryumun diğer sakinlerinden. Canlı doğuranlardan ümitli olsak da şimdilik balıklarımızdan yavru alamadık. İlerleyen zamanlarda gelişme olursa onların da fotoğraflarını paylaşmayı çok isterim.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Antalya gezisi

Önce baba mesleği, sonraları gezme merakım sebebiyle dört bir yanını dolaştığımız ülkemizin gidip göremediğim güney sahillerinden Antalya'ya uzun zamandır gitmek istiyordum. Geçtiğimiz günlerdeki 3 günlük tatili değerlendirerek bu güzel şehri de ziyaret etme fırsatı bulabildim.

Gezimiz, 29 Ekim sabahı erken saatlerde Antalya Havaalanı'ndan kiralık otomuzu teslim alıp Antalya yollarına düşmemizle başladı. İlk durağımız, şehir merkezine çok da uzak olmayan Kurşunlu Şelalesi'ydi. Bir tabiat parkı içinde yer alan şelale, doğal ortamında oldukça rahatlatıcı ve şehir telaşından sonra müthiş huzur vericiydi.
Kurşunlu Şelalesi
Parktaki çay bahçesindeki kahvaltımızdan sonra, doğal ortamına çok müdahale edilmeden oluşturulan gezi güzergahındaki yürüyüş çok iyi geldi.

Kurşunlu'dan ayrılarak yine il merkezine yakın Düden Şelalesi'ne doğru yola koyulduk. Turistik hale getirilerek doğallığını yitirmiş bulduğum bu şelalenin suyu da sanırım mevsim sebebiyle çok fazla değildi.
Düden Şelalesi
Antalya merkeze dönerek Antalya müzesini gezdikten sonra bize katılacak olan anne ve babamı Antalya otogarından alarak Alanya'ya doğru yola koyulduk. Uzun süren yemek mekanı arayışlarımızdan sonra Manavgat ilçesinde bir pidecide karnımızı doyurup şelale günümüzün son şelale ziyareti için Manavgat Şelalesi'ne doğru yola koyulduk. Günlerdir sel uyarıları ve sağanak yağmur tahminlerinden sonra güneşli bulduğumuz Antalya, Manavgat Şelalesi'ne girerken bizi uzun zamandır bu kadarını görmediğim dolusuyla tanıştırdı. Şelaleye girmek için bir süre güneşli dolu-yağmur sağanağını beklemek zorunda kaldık.
Manavgat Şelalesi
Gezdiğimiz 3 şelale içinde en çok Kurşunlu Şelalesi'nden etkilendiğimi belirtmek istiyorum. Belki adı en az duyulanı Kurşunlu ama doğallıyla en çok görülesi olan bence.

Yaklaşık bir saatlik yolculuk sonrası geceyi geçireceğimiz Alanya Öğretmenevi'ne vardık. Tahmin ettiğimizden çok daha merkezi bir mekanda konumlanmış bu tesis Kleopatra Plajı manzarasına sahip. Önce odamızdan, daha sonra sahil boyunca yürüyüşümüzde gün batımını izlemek tüm günün yorgunluğuna değdi diyebilirim.
Alanya
İkinci günün sabahında ilk durağımız Alanya Kalesi'ydi. Pırıl pırıl denizi ve Alanya'yı yukarıdan görebileceğiniz kale, son halini Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat devrinde almış. Hatta Alanya ismi de Alaaddin'den geliyormuş.
Alanya Kalesinden
İlk gün şelale ziyaretlerinden sonra ikinci günümüz de mağaralar günü oldu. Önce Alanya merkezdeki Damlataş, daha sonra merkezden yarım saatte ulaşılan Dim Mağarası'na gittik. Oldukça geniş bir alana yayılan Dim'i gördükten sonra Damlataş'ın sadece merkezi yerinden dolayı bu kadar ünlü olduğunu düşündüm.

Damlataş Mağarası
Öğleden sonra antik kentlerle devam ettik. Önce Side, daha sonra Aspendos durak yerlerimiz oldu. Öğle yemeğimizi Side'deki bir kebapçıda yedik. Gün batımında ışık olarak çok daha güzel olacağını düşündüğüm tapınak mekanında, öğle güneşinde çekebileceklerimi çekmeye çalıştım.

Side


Aspendos
Akşam saatlerinde Antalya merkezdeki Konyaaltı plajı manzaralı Turizm Lisesi Uygulama Oteli'ne ulaştık. Oda manzaramız yine oldukça iyiydi.

Konyaaltı
Gezimizin son gününde bu kez Antalya'nın batısına doğru yola koyulduk. Öncelikle Kemer'e giderek sahilde yürüyüş yapıp plaj kıyısında, güneşlenen turistler karşısında çay içtik.

Kemer
Oradan doğa ve tarihin birleştiği Olympos'a geçtik. Tarihi kalıntıların arasından geçerek vardığımız plajda, yazdan kalma günde denize giren turistlerle karşılaştık yine.
Olympos
Planda olmasa da zamanımız kaldığını düşünerek son olarak Finike'ye kadar devam ettik. Yemeğimizi bir balıkçıda yiyerek geri dönüş yoluna koyulduk. Yine akşam saatlerinde otelimizdeydik.

Pazartesi sabahı erken saatlerde bindiğimiz uçakla İstanbul yoluna koyularak uzun zamandır görmek istediğim ve çok beğendiğim Antalya'daki güzel anıları geride bıraktık.