3 Kasım 2010 Çarşamba

Antalya gezisi

Önce baba mesleği, sonraları gezme merakım sebebiyle dört bir yanını dolaştığımız ülkemizin gidip göremediğim güney sahillerinden Antalya'ya uzun zamandır gitmek istiyordum. Geçtiğimiz günlerdeki 3 günlük tatili değerlendirerek bu güzel şehri de ziyaret etme fırsatı bulabildim.

Gezimiz, 29 Ekim sabahı erken saatlerde Antalya Havaalanı'ndan kiralık otomuzu teslim alıp Antalya yollarına düşmemizle başladı. İlk durağımız, şehir merkezine çok da uzak olmayan Kurşunlu Şelalesi'ydi. Bir tabiat parkı içinde yer alan şelale, doğal ortamında oldukça rahatlatıcı ve şehir telaşından sonra müthiş huzur vericiydi.
Kurşunlu Şelalesi
Parktaki çay bahçesindeki kahvaltımızdan sonra, doğal ortamına çok müdahale edilmeden oluşturulan gezi güzergahındaki yürüyüş çok iyi geldi.

Kurşunlu'dan ayrılarak yine il merkezine yakın Düden Şelalesi'ne doğru yola koyulduk. Turistik hale getirilerek doğallığını yitirmiş bulduğum bu şelalenin suyu da sanırım mevsim sebebiyle çok fazla değildi.
Düden Şelalesi
Antalya merkeze dönerek Antalya müzesini gezdikten sonra bize katılacak olan anne ve babamı Antalya otogarından alarak Alanya'ya doğru yola koyulduk. Uzun süren yemek mekanı arayışlarımızdan sonra Manavgat ilçesinde bir pidecide karnımızı doyurup şelale günümüzün son şelale ziyareti için Manavgat Şelalesi'ne doğru yola koyulduk. Günlerdir sel uyarıları ve sağanak yağmur tahminlerinden sonra güneşli bulduğumuz Antalya, Manavgat Şelalesi'ne girerken bizi uzun zamandır bu kadarını görmediğim dolusuyla tanıştırdı. Şelaleye girmek için bir süre güneşli dolu-yağmur sağanağını beklemek zorunda kaldık.
Manavgat Şelalesi
Gezdiğimiz 3 şelale içinde en çok Kurşunlu Şelalesi'nden etkilendiğimi belirtmek istiyorum. Belki adı en az duyulanı Kurşunlu ama doğallıyla en çok görülesi olan bence.

Yaklaşık bir saatlik yolculuk sonrası geceyi geçireceğimiz Alanya Öğretmenevi'ne vardık. Tahmin ettiğimizden çok daha merkezi bir mekanda konumlanmış bu tesis Kleopatra Plajı manzarasına sahip. Önce odamızdan, daha sonra sahil boyunca yürüyüşümüzde gün batımını izlemek tüm günün yorgunluğuna değdi diyebilirim.
Alanya
İkinci günün sabahında ilk durağımız Alanya Kalesi'ydi. Pırıl pırıl denizi ve Alanya'yı yukarıdan görebileceğiniz kale, son halini Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat devrinde almış. Hatta Alanya ismi de Alaaddin'den geliyormuş.
Alanya Kalesinden
İlk gün şelale ziyaretlerinden sonra ikinci günümüz de mağaralar günü oldu. Önce Alanya merkezdeki Damlataş, daha sonra merkezden yarım saatte ulaşılan Dim Mağarası'na gittik. Oldukça geniş bir alana yayılan Dim'i gördükten sonra Damlataş'ın sadece merkezi yerinden dolayı bu kadar ünlü olduğunu düşündüm.

Damlataş Mağarası
Öğleden sonra antik kentlerle devam ettik. Önce Side, daha sonra Aspendos durak yerlerimiz oldu. Öğle yemeğimizi Side'deki bir kebapçıda yedik. Gün batımında ışık olarak çok daha güzel olacağını düşündüğüm tapınak mekanında, öğle güneşinde çekebileceklerimi çekmeye çalıştım.

Side


Aspendos
Akşam saatlerinde Antalya merkezdeki Konyaaltı plajı manzaralı Turizm Lisesi Uygulama Oteli'ne ulaştık. Oda manzaramız yine oldukça iyiydi.

Konyaaltı
Gezimizin son gününde bu kez Antalya'nın batısına doğru yola koyulduk. Öncelikle Kemer'e giderek sahilde yürüyüş yapıp plaj kıyısında, güneşlenen turistler karşısında çay içtik.

Kemer
Oradan doğa ve tarihin birleştiği Olympos'a geçtik. Tarihi kalıntıların arasından geçerek vardığımız plajda, yazdan kalma günde denize giren turistlerle karşılaştık yine.
Olympos
Planda olmasa da zamanımız kaldığını düşünerek son olarak Finike'ye kadar devam ettik. Yemeğimizi bir balıkçıda yiyerek geri dönüş yoluna koyulduk. Yine akşam saatlerinde otelimizdeydik.

Pazartesi sabahı erken saatlerde bindiğimiz uçakla İstanbul yoluna koyularak uzun zamandır görmek istediğim ve çok beğendiğim Antalya'daki güzel anıları geride bıraktık. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder