20 Eylül 2012 Perşembe

EuroPKI 2012

Geçen hafta EuroPKI'a dinleyici olarak katılmak üzere İtalya'nın Pisa şehrindeydik. Aslında 2006'da Torino'da gerçekleşen ve benim yine dinleyici olarak gönderildiğim çalıştaya bu kez Dindar katılacak, ben de onunla birlikte gidip Florensa-Pisa gezecektim. Fakat katılımcının sağlık problemi sebebiyle refakatçiye ihtiyacı olduğundan ben de çalıştay süresince (2 gün) tüm sunumları dinledim, kalan zamanlarda da sağlığımız elverdiğince Pisa'yı keşfetmeye çalıştık.




Seyahatimiz, sabah 06:30'da Atatürk Havalimanı'ndan bindiğimiz Alitalia'nın Roma uçağında başladı. Aktarmalı uçuşlardaki karışan bavul maceralarını duyduğumuz ve kalacağımız 3 gün için fazla eşyaya da ihtiyaç duymadığımız için sırt çantalarımızla uçaktaki yerimizi aldık. 2.5-3 saat süren yolculuktan sonra Roma Havalimanı'ndaydık. Pasaport kontrolü ve tekrar güvenlik kontrolünden sonra bizi Pisa'ya götürecek aktarma uçağımızla Pisa'nın minik havalimanına öğle saatlerinde ulaştık. Taksiyle otelimize gidip bavulları bıraktıktan sonra çalıştayın gerçekleşeceği mekanı keşfetmek üzere yola çıktık. Dışarıda ahmak ıslatan cinsi bir yağmura yakalandık derken bir markete sığınıp birkaç dakika süren yağmurdan kaçabildik. Otelimize çok uzak olmayan çalıştay mekanına gidip kayıt işlemimizi bitirdik ve aldığımız harita elimizde Pisa'yı keşfe başladık. Meşhur Pisa Kulesi'nin de bulunduğu Mucizeler Meydanı (Campo dei Miracoli) olarak adlandırılan mekana gittik. Hava açıp kapadığı için çok iyi fotoğraflar çekme imkanı bulamasam da birkaç fotoğraf çekip etrafta dolaştık.

Mucizeler Meydanı
Dönüşte de Pisa'nın diğer bir meşhur meydanından olan Şövalyeler Meydanı (Piazza dei Cavalieri)'ndan geçtik ama bu meydanda büyük bir tadilat olduğu için oldukça sakindi.

Piazza dei Cavalieri
Sonraki 2 günümüzü çalıştaydaki sunumları dinleyerek geçirdik. Neyse ki benim de eski çalışma alanım olması sebebiyle konulara çok yabancı olmayışım, çok sıkılmama engel oldu. Halbuki benim Floransa hayallerim vardı:(( Floransa, Pisa'ya trenle 50-60 dakikada ulaşılan ve görülesi yerlere sahip bir şehir. Ben de 1 gün Pisa'da dolaşır, 1 gün için de oraya gider gelirim diye düşünüyordum.

Katılıp dinlemişken çalıştay hakkında biraz bilgi vereyim. EuroPKI, alanında (Açık Anahtar Altyapısı) Avrupa'daki belli başlı akademik etkinliklerden biri. Daha önce de katıldığımda benzeri çalışmaları biz niye yapmıyoruz ki diye düşünmüştüm. Bu kez dinlediğimde de özellikle bazı sunumlarda, bizim (eski) grupta yapılan veya yapılabilen bir çalışmanın biraz çaba harcanıp yazılı hale getirilerek sunulabileceğini tekrar gördüm. Ama ne yazık ki bizden başka herhangi bir Türk katılımcı yoktu etkinlikte. Hatta çalıştayın altında düzenlendiği güvenlik konulu ESORICS (European Symposium on Research in Computer Security) konferansının programında hiç Türk ismi görmedim. Bu kadar çok çalışana sahip bir enstitümüz varken bu alandaki akademik çalışmalarımızın sayısının bu kadar az olması gerçekten çok üzücü. Ben çalışırken yurt içinde birkaç yayın çıkarmaya çalışmıştım, ama uluslararası olarak yazmaya çalışmam bile olmadı. Ne yazık ki biraz da teşvik eksikliğinin getirdiği motivasyon yetersizliği bu durumun devam etmesine sebep oluyor.

Çalıştayda ev sahibi İtalya, Almanya, Avusturya gibi Avrupa ülkelerinden katılımcılar yoğunluktayken Japonya ve Çin'den de birer sunum vardı. Bazı çalışmalar matematiksel kriptolojik ispatlar içermekle ve bana oldukça ağır gelmekle birlikte, daha basit protokol veya algoritmaların gerçeklendiği çalışmalar da vardı. Umuyorum ki bizim enstitüden çalışmaların da sunumunun yer aldığı bir çalıştayı önümüzdeki senelerde göreceğiz.

Çalıştayın son gününde programın akşama kalmadan bitmesiyle Pisa'nın diğer yerlerini keşfetmeye devam ettik. Şehrin ortasından geçen nehrin kıyısında dolaştık, daha sonra köprülerden birinden geçerek daha sakin olan güney tarafını gezdik.

Arno nehri
Seyahatimizin son gününde sabah erkenden Pisa istasyonundan kalkan trenle Roma'ya doğru yola koyulduk. Fiyatına oranla o kadar konforlu olmayan trenimiz bizi 3 saate yakın bir zamanda Roma istasyonuna (Roma Termini) ulaştırdı.
Pisa tren istasyonu
Roma'da sadece saatlerimiz olduğundan istasyonun hemen dışındaki bir tur otobüsüne (city sightseeing) atlayıp şehirdeki turumuza başladık. Roma, gerçekten çok enteresan bir şehir. Yaklaşık 2 saatlik otobüs turu boyunca etrafta sürekli tarihi bir yapı, her yapının önünde upuzun bir kuyruk, caddelerde ellerinde birer harita etrafı inceleyen insan seli... Artık tam mevsimi olduğundan mı nedir bilmiyorum bu kadar büyük bir alanda, bu kadar çok insan gördüğümü hatırlamıyorum. Tabi bu kadar tarihi yapıyı da.. Biz İstanbul için diyoruz ama Roma'yı tam anlamıyla gezmek için belki 1 ay bile yetmez diye düşünüyorum. Ama daha sakin bir zamanında dolaşmak tarihi dokunun verdiği havanın daha iyi hissedilmesini sağlar bence. Benim gördüğüm, o kalabalıkta daha çok yer görmeliyim derdindeki oradan oraya koşuşturan insanlardı. Bizim için dinlenceli, ve ilk kez katıldığımız şehir otobüs turuyla eğlenceli bir gezi oldu. Arada bir otobüsten inip gözümüze kestirdiğimiz bir restoranda pizza ve dondurma yedik. Bir dondurma düşkünü olarak Roma dondurması yemeden de gelmemiş oldum:-) Öncelikle tur otobüsünün tepesinden fotoğraf çekmek istemedim ama başka şansım olmadığını görünce turun ikinci yarısından itibaren birkaç fotoğraf çekmeye çalıştım. Roma'daki çekilesi yerlerin çok küçük bir kısmı ama yine de buraya eklemek istedim.

Vatikan

Trevi çeşmesi

Piazza Venezia

Akşam saatlerine doğru şehir merkezinden ayrılarak havalimanı yoluna koyulduk. Yarım saatlik bir rötarın ardından bindiğimiz Alitalia uçağımızla ülkemize geri döndük.

17 Eylül 2012 Pazartesi

Doğu Karadeniz

Bu seneki tatilimizde 1 haftalık bir Doğu Karadeniz turu planladık. İstanbul'dan Trabzon'a uçakla ulaşıp havalimanından kiralık araçla turumuzu başlatıp yine Trabzon Havaalanı'ndan döndük. Daha önce görülmesi gereken yerleri gördüğümüz için genel olarak yaylalar ağırlıklı dinlenceli bir tatil tercihimiz oldu. O yüzden bu yazımda gittiğimiz yerleri yazmanın yanı sıra, 2005 yılında tur şirketiyle yaptığım Karadeniz turunda gördüğüm yerler hakkında da bilgi vermeye çalışacağım.

Tatilimizin 2. gününde yaşadığımız bir sağlık problemi sebebiyle tur takvimimizde ufak-tefek değişiklikler yapmamız gerekti. Ben planladığımız ve uyguladığımız kısımların ikisinden de bahsedeceğim. 

Cumartesi sabahı erkenden Atatürk Havalimanı'ndan bindiğimiz uçakla sabah saatlerinde Trabzon Havalimanı'na indiğimizde kapalı ve hafif yağmurlu bir hava karşıladı bizi. Önceki Karadeniz turunda hiç yağmur görmemişken bu kez ilk günden karşılaştığımız hava, bizi bir hafta için biraz endişelendirdi. Eylül'ün ilk haftasında yaptığımız tatilin biraz geç kalmış olabileceğini düşündük. Havalimanında teslim aldığımız kiralık aracımızla ilk durağımız olan Giresun Kümbet Yaylası'ndaki otelimize doğru yola koyulduk. Giresun merkeze gelmeden, çalışmaların olduğu, bir yere kadar Sivas yoluyla ulaşılan, çok da kolay olmayan bir yolu aşmaya başladık. Belli bir yüksekliği geçtikten sonra bastıran sis ve bitmek bilmeyen virajlı yol biraz endişelenmemize sebep oldu ama sonunda köylülere sora sora mekana ulaşabildik. Otelimizin de bulunduğu yaylaya ulaştığımızda heryeri kaplayan sis sebebiyle göz gözü görmüyordu. Kaldığımız iki gün boyunca 5-10 dakika süren birkaç sis açılması yakalayabildik sadece. O zaman aralıklarında gördüklerimiz bile yaylanın güzelliği hakkında fikir sahibi olmamıza yetti. Otelin personeli, yaylanın havasının farklılık gösterdiğini ama Temmuz ayında genel olarak güzel olduğunu söyledi.

Oda manzaramız
Yaylanın güzelliğini fotoğraflama imkanı pek bulamadım ama sisin verdiği farklı güzellikleri yakalama fırsatım oldu. Çok güzel bir fotoğrafını çekmeyi başaramasam da ilk damlalı örümcek ağı fotoğraflarımından birini paylaşmak istedim. Geniş açı manzara fotoğrafları çekemesem de, sisler altında makro objektifimle farklı çalışmalar yapmak zevkli oldu.

Sisler altında örümcek ağları
 

Daha erken bir ayda tekrar gelmeyi planlayarak 2 gün sonra otelimizden ayrıldık. Planladığımız sonraki durağımız Trabzon merkeze yakın Kayabaşı yaylasıydı. Ama ben direksiyona geçmek durumunda kalınca, yol durumunu çok bilemediğimizden orayı eleyip geceyi şehir merkezine yakın Akçaabat öğretmenevinde geçirdik. 

Ertesi gün önceki turda görüp bir sonraki sefere gelip daha fazla kalmak istediğim Ayder Yaylası'na doğru yola koyulduk. Çamlıhemşin ilçesini geçtikten sonra virajlı ama yeni yapılmış düzgün bir asfaltla ulaşılabilen Ayder Yaylası, sanırım Karadeniz'in en meşhur yaylalarından. Bence meşhur olmayı hak edecek kadar da güzel. Fırtına deresi kenarında yer alan yemyeşil manzaralı otelimizde, geceleri derenin sesiyle uyumak ayrı bir keyifti. 




Ayder'in de içinde bulunduğu Kaçkar Dağları Milli Parkı içinde Ayder'den çok daha yükseklerde, oldukça zor yollara sahip yaylalar var. Bir önceki gelişimizde turumuz bizi Avusor Yaylası'na çıkarmıştı. Bu kez Ayder'den kalkan minibüsle Kavrun Yaylası'na çıktık. Yol gerçekten otomobiller için çok zor, kayalarla dolu, oldukça dardı. Dönüş yolunda karşılaştığımız bir kamyon sebebiyle önümüzdeki araç iki kez gel-git yapmak zorunda kaldı. Çıkış yolu zorlu olmasına rağmen ağaçlar, türlü türlü çiçeklerle dolu manzara görülmeye değerdi. Yaylaya çıktığımızda bizi köy evlerinin bulunduğu sisli ortam karşıladı. Bazı evler pansiyon haline getirilerek konaklanabilecek ortam oluşturulmuş. Ama bence yoldaki güzellikleri saymazsak o yorucu yolculuğa değmezdi.
Kavrun yaylası
Ayder'de geçirdiğimiz 2 günden sonra Batum'a geçmek üzere Hopa'ya doğru yola koyulduk. Batum'a nüfus cüzdanı ile girilebiliyor, ancak otomobille giriş yapabilmek için otomobilin araçtakilerden birine ait olması şart. Biz bu bilgiyi son gün öğrenince kendi otomobilleriyle Karadeniz turunda olan arkadaşlarla Batum'a gitmeye karar verdik. Onlarla Hopa'da buluşup Sarp Sınır Kapısı'na doğru yola çıktık. Kiralık aracımızı otoparkına bıraktığımız otel görevlileri, geç kaldığımızı (saat sabah 10:00 civarı), saatlerce bekleyebileceğimizi söyleseler de denemek istedik. İyi ki de denemişiz, sınır kapısında yarım saat bile beklemeden ufak kimlik kontrolü işleminden sonra Gürcistan topraklarına geçerek Batum'a doğru ilerlemeye başladık. Henüz şehir merkezine gelmeden yol kenarındaki Gonio-Asparos kalesini ziyaret ettik öncelikle. 

Gonio-Asparos kalesi
Şehir merkezine geldiğimizde bir trafik kargaşası bekliyordu bizi. İstanbul trafiğinden sonra ne olabilir ki diye düşünebilir insan ama, burada trafik kurallarına uyma neredeyse söz konusu değildi. Sahile kadarki yol da köhne, bakımsız binalarla çevriliydi. Güzelliği hakkında çok şey duyduğum, çok da merak ettiğim Batum benim için büyük bir hayal kırıklığı oldu diyebilirim. İzmir'i andıran sahili, meydanları belki güzel ama Türkiye'den kalkıp gitmeye değer olduğunu düşünmüyorum. Sadece şehir merkezi gezintisinden sonra ziyaret ettiğimiz en büyük botanik parklarından olan Batum Botanik Parkı, bizim gibi yeşile, doğaya meraklılar için ilginç olabilir. Yürüyerek gezmesi en az yarım günü alabilecek bir büyüklüğe sahip olan parkı, ek ücret karşılığı dolaştıran araçlarla gezmeyi tercih ettik.


Batum Botanik parkından deniz manzarası
Akşama doğru otomobilimizin deposunu Batum'da fiyatı oldukça uygun olan yakıtla doldurduktan sonra dönüş yoluna geçtik. Geceyi Hopa'da geçirdikten sonra son günümüz için Trabzon'a doğru hareket ettik. Trabzon yolunda Rize'ye uğrayarak tepedeki Çaykur'un çay bahçesinde mola verdik. Ufak bir botanik parkı oluşturulan bahçede yetiştirilen çayları görmeniz de mümkün. 

Rize Çaykur çay bahçesi
Son gecemizde kalmayı planladığımız yer de Zigana Tatil Köyü'ydü ama yine yolundan emin olamadığımız bir yer olduğu için buradan vazgeçip Akçaabat öğretmenevini ayarladık. Ertesi gün kısa bir Trabzon turundan sonra havalimanına doğru yola koyulduk. Daha önce gördüğümüz için Sümela Manastırı, Atatürk Köşkü bu kez gitmediğimiz ama görülebilecek yerlerden. Sadece Ayasofya Müzesi'ne uğrayıp yanındaki çay bahçesinde zaman geçirdik. Ayrıca meşhur Uzungöl de oralara gitmişken gezilebilecek bir mekan. Ama ben geçen geldiğimde yapılaşma ve kalabalık sebebiyle çok da iyi zaman geçirmemiştim. Bu kez çıkan arkadaşlar yapılaşmanın çok daha fazlalaştığını söylediler, ama yine de popülerliğini koruyan yerlerden biri olduğunu söyleyebilirim.

Planlarımızı tam gerçekleştiremesek de özellikle Kümbet ve Ayder yaylalarında geçirdiğimiz zamanlar çok güzeldi. Ama yağmurlu Karadeniz için Temmuz ayı gibi daha erken bir zaman daha iyi bir tercih olabilir.