17 Eylül 2012 Pazartesi

Doğu Karadeniz

Bu seneki tatilimizde 1 haftalık bir Doğu Karadeniz turu planladık. İstanbul'dan Trabzon'a uçakla ulaşıp havalimanından kiralık araçla turumuzu başlatıp yine Trabzon Havaalanı'ndan döndük. Daha önce görülmesi gereken yerleri gördüğümüz için genel olarak yaylalar ağırlıklı dinlenceli bir tatil tercihimiz oldu. O yüzden bu yazımda gittiğimiz yerleri yazmanın yanı sıra, 2005 yılında tur şirketiyle yaptığım Karadeniz turunda gördüğüm yerler hakkında da bilgi vermeye çalışacağım.

Tatilimizin 2. gününde yaşadığımız bir sağlık problemi sebebiyle tur takvimimizde ufak-tefek değişiklikler yapmamız gerekti. Ben planladığımız ve uyguladığımız kısımların ikisinden de bahsedeceğim. 

Cumartesi sabahı erkenden Atatürk Havalimanı'ndan bindiğimiz uçakla sabah saatlerinde Trabzon Havalimanı'na indiğimizde kapalı ve hafif yağmurlu bir hava karşıladı bizi. Önceki Karadeniz turunda hiç yağmur görmemişken bu kez ilk günden karşılaştığımız hava, bizi bir hafta için biraz endişelendirdi. Eylül'ün ilk haftasında yaptığımız tatilin biraz geç kalmış olabileceğini düşündük. Havalimanında teslim aldığımız kiralık aracımızla ilk durağımız olan Giresun Kümbet Yaylası'ndaki otelimize doğru yola koyulduk. Giresun merkeze gelmeden, çalışmaların olduğu, bir yere kadar Sivas yoluyla ulaşılan, çok da kolay olmayan bir yolu aşmaya başladık. Belli bir yüksekliği geçtikten sonra bastıran sis ve bitmek bilmeyen virajlı yol biraz endişelenmemize sebep oldu ama sonunda köylülere sora sora mekana ulaşabildik. Otelimizin de bulunduğu yaylaya ulaştığımızda heryeri kaplayan sis sebebiyle göz gözü görmüyordu. Kaldığımız iki gün boyunca 5-10 dakika süren birkaç sis açılması yakalayabildik sadece. O zaman aralıklarında gördüklerimiz bile yaylanın güzelliği hakkında fikir sahibi olmamıza yetti. Otelin personeli, yaylanın havasının farklılık gösterdiğini ama Temmuz ayında genel olarak güzel olduğunu söyledi.

Oda manzaramız
Yaylanın güzelliğini fotoğraflama imkanı pek bulamadım ama sisin verdiği farklı güzellikleri yakalama fırsatım oldu. Çok güzel bir fotoğrafını çekmeyi başaramasam da ilk damlalı örümcek ağı fotoğraflarımından birini paylaşmak istedim. Geniş açı manzara fotoğrafları çekemesem de, sisler altında makro objektifimle farklı çalışmalar yapmak zevkli oldu.

Sisler altında örümcek ağları
 

Daha erken bir ayda tekrar gelmeyi planlayarak 2 gün sonra otelimizden ayrıldık. Planladığımız sonraki durağımız Trabzon merkeze yakın Kayabaşı yaylasıydı. Ama ben direksiyona geçmek durumunda kalınca, yol durumunu çok bilemediğimizden orayı eleyip geceyi şehir merkezine yakın Akçaabat öğretmenevinde geçirdik. 

Ertesi gün önceki turda görüp bir sonraki sefere gelip daha fazla kalmak istediğim Ayder Yaylası'na doğru yola koyulduk. Çamlıhemşin ilçesini geçtikten sonra virajlı ama yeni yapılmış düzgün bir asfaltla ulaşılabilen Ayder Yaylası, sanırım Karadeniz'in en meşhur yaylalarından. Bence meşhur olmayı hak edecek kadar da güzel. Fırtına deresi kenarında yer alan yemyeşil manzaralı otelimizde, geceleri derenin sesiyle uyumak ayrı bir keyifti. 




Ayder'in de içinde bulunduğu Kaçkar Dağları Milli Parkı içinde Ayder'den çok daha yükseklerde, oldukça zor yollara sahip yaylalar var. Bir önceki gelişimizde turumuz bizi Avusor Yaylası'na çıkarmıştı. Bu kez Ayder'den kalkan minibüsle Kavrun Yaylası'na çıktık. Yol gerçekten otomobiller için çok zor, kayalarla dolu, oldukça dardı. Dönüş yolunda karşılaştığımız bir kamyon sebebiyle önümüzdeki araç iki kez gel-git yapmak zorunda kaldı. Çıkış yolu zorlu olmasına rağmen ağaçlar, türlü türlü çiçeklerle dolu manzara görülmeye değerdi. Yaylaya çıktığımızda bizi köy evlerinin bulunduğu sisli ortam karşıladı. Bazı evler pansiyon haline getirilerek konaklanabilecek ortam oluşturulmuş. Ama bence yoldaki güzellikleri saymazsak o yorucu yolculuğa değmezdi.
Kavrun yaylası
Ayder'de geçirdiğimiz 2 günden sonra Batum'a geçmek üzere Hopa'ya doğru yola koyulduk. Batum'a nüfus cüzdanı ile girilebiliyor, ancak otomobille giriş yapabilmek için otomobilin araçtakilerden birine ait olması şart. Biz bu bilgiyi son gün öğrenince kendi otomobilleriyle Karadeniz turunda olan arkadaşlarla Batum'a gitmeye karar verdik. Onlarla Hopa'da buluşup Sarp Sınır Kapısı'na doğru yola çıktık. Kiralık aracımızı otoparkına bıraktığımız otel görevlileri, geç kaldığımızı (saat sabah 10:00 civarı), saatlerce bekleyebileceğimizi söyleseler de denemek istedik. İyi ki de denemişiz, sınır kapısında yarım saat bile beklemeden ufak kimlik kontrolü işleminden sonra Gürcistan topraklarına geçerek Batum'a doğru ilerlemeye başladık. Henüz şehir merkezine gelmeden yol kenarındaki Gonio-Asparos kalesini ziyaret ettik öncelikle. 

Gonio-Asparos kalesi
Şehir merkezine geldiğimizde bir trafik kargaşası bekliyordu bizi. İstanbul trafiğinden sonra ne olabilir ki diye düşünebilir insan ama, burada trafik kurallarına uyma neredeyse söz konusu değildi. Sahile kadarki yol da köhne, bakımsız binalarla çevriliydi. Güzelliği hakkında çok şey duyduğum, çok da merak ettiğim Batum benim için büyük bir hayal kırıklığı oldu diyebilirim. İzmir'i andıran sahili, meydanları belki güzel ama Türkiye'den kalkıp gitmeye değer olduğunu düşünmüyorum. Sadece şehir merkezi gezintisinden sonra ziyaret ettiğimiz en büyük botanik parklarından olan Batum Botanik Parkı, bizim gibi yeşile, doğaya meraklılar için ilginç olabilir. Yürüyerek gezmesi en az yarım günü alabilecek bir büyüklüğe sahip olan parkı, ek ücret karşılığı dolaştıran araçlarla gezmeyi tercih ettik.


Batum Botanik parkından deniz manzarası
Akşama doğru otomobilimizin deposunu Batum'da fiyatı oldukça uygun olan yakıtla doldurduktan sonra dönüş yoluna geçtik. Geceyi Hopa'da geçirdikten sonra son günümüz için Trabzon'a doğru hareket ettik. Trabzon yolunda Rize'ye uğrayarak tepedeki Çaykur'un çay bahçesinde mola verdik. Ufak bir botanik parkı oluşturulan bahçede yetiştirilen çayları görmeniz de mümkün. 

Rize Çaykur çay bahçesi
Son gecemizde kalmayı planladığımız yer de Zigana Tatil Köyü'ydü ama yine yolundan emin olamadığımız bir yer olduğu için buradan vazgeçip Akçaabat öğretmenevini ayarladık. Ertesi gün kısa bir Trabzon turundan sonra havalimanına doğru yola koyulduk. Daha önce gördüğümüz için Sümela Manastırı, Atatürk Köşkü bu kez gitmediğimiz ama görülebilecek yerlerden. Sadece Ayasofya Müzesi'ne uğrayıp yanındaki çay bahçesinde zaman geçirdik. Ayrıca meşhur Uzungöl de oralara gitmişken gezilebilecek bir mekan. Ama ben geçen geldiğimde yapılaşma ve kalabalık sebebiyle çok da iyi zaman geçirmemiştim. Bu kez çıkan arkadaşlar yapılaşmanın çok daha fazlalaştığını söylediler, ama yine de popülerliğini koruyan yerlerden biri olduğunu söyleyebilirim.

Planlarımızı tam gerçekleştiremesek de özellikle Kümbet ve Ayder yaylalarında geçirdiğimiz zamanlar çok güzeldi. Ama yağmurlu Karadeniz için Temmuz ayı gibi daha erken bir zaman daha iyi bir tercih olabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder